top of page
Yazarın fotoğrafıŞule Şenol Schule şen ol

Günsel-Alternatif Eğitim 2

Güncelleme tarihi: 29 May 2020

Alternatif Eğitimi ile ilgili ilk deneyimlerimiz... "Yaşayarak Öğrenme" yazım 2006 da Zil ve Teneffüs dergisinde yayınlanmıştı.


Alternatif Eğitim Dergisi Kış 2017 sayısı önsözünden:

Önsöz

Dergimizin bu sayısındaki dosyayı, dosya editörü olarak tanıtmadan

önce size kısa bir hikâye anlatmak istiyorum: Kendi hikâyemi.

Ailemi, yaşadıklarımızı, yaşayarak öğrendiklerimizi…

Yaşayarak Öğrenme

Yıl 1994. Viyana’da yaşıyoruz. Büyük kızım Günsel bir anaokuluna devam ediyor. Gittiği anaokulu bir aylığına tatil. İlk iki haftayı Türkiye’de ailelerimizle, dostlarımızla hasret gidermekle geçiriyoruz. Tekrar Viyana’ya döndüğümüzde ben ve eşim çalıştığımızdan kızımız Günsel’i kısa süreliğine gidebileceği, yaz tatili boyunca açık olan bir anaokuluna veriyoruz. Yıl boyunca devam ettiği anaokulu evimizden 200 m uzakta bir apartman dairesi. Yaz tatilinde iki hafta boyunca gittiği anaokulu ise bize epeyce uzak, toplu taşıtlarla yaklaşık 45 dakikada anaokuluna varıyoruz, anaokulunun büyük bir bahçesi var, bahçesinde bir şişme yüzme havuzu ve 2-3 bisiklet. Günsel’e fırsat buldukça hafta sonları yaz başından itibaren bisiklete binmeyi öğretmeye çalışsak da bir türlü öğrenmesini sağlayamıyoruz. Kızımız yazlık anaokuluna gitmeye başlamasından 3 gün sonra bana yeni arkadaşı Jennifer’den bisiklete binmeyi öğrendiğini anlatıyor, ve ertesi gün bana o arkadaşını tanıştırıyor. Günsel henüz 5 yaşında, Jennifer Günsel’den de küçük gözüküyor. Tabii biz inanmıyoruz bisiklete binmeyi öğrenmiş olduğuna, hele hele kendinden küçük birinden. Hafta sonu pikniğe gittiğimizde bisikleti dört tekerlekli şekliyle kullanacağını düşünürken, bir bakıyoruz ki kızımız iki tekerliğin üzerinde özgürlüğünü ilan etmiş, küçük Jennifer’den bisiklete binmeyi öğrenmiş. Yıl 1996. Halle’ye (eski Doğu Almanya) taşınıyoruz. Kızımız birinci sınıfa başlıyor, Viyana’da tanıdığım eğitmen velilerden de Montessori eğitim sisteminin methini duyduğumuzdan kızımızı Halle’deki Montessori okuluna vermeyi tercih ediyoruz. Almanya’da yaz tatili 6 hafta, bulunduğumuz eyalette okullar 10 Ağustosta açılıyor. Günsel ise 2 Eylülde okula başlıyor. Montessori sisteminde bu sakıncalı değil, çünkü zaten çocuklar kendi çalışma tempolarını kendileri tayin ediyorlar. Sınıflar birleşik sınıflar. Maria Montessori küçüğün büyükten, büyüğün küçükten öğreneceği çok şey olduğunu görmüş yaklaşık bir asır önce. Sınıfa giriyoruz ilk gün; öğretmen 2. sınıf öğrencisi iki kız çocuğundan bize okulu dolaştırmasını istiyor ve okulun bahçesi, müzik odası, hatta başka bir sınıf bu iki öğrenci tarafından bize gezdiriliyor, arada tabii sohbet ediyoruz, sınıfa tekrar gelince sohbetimiz devam ediyor, sınıfta konuşmamızın (tabii ki yüksek sesle değil) hiçbir sakıncası yok. Montessori okulu çok eski bir bina, soba ile ısıtılıyor, spor salonları yok, bir tür kampüsün içinde, çocuklar başka okulların öğrencilerinin de gittiği spor salonuna gidiyorlar yürüyerek. Dört sınıf var okulda, 1.- 4. sınıf öğrencileri karışık ders görüyorlar. Sınıfta öğretmen rehber konumunda. Montessori okulları “Kendim yapmama yardım et” ilkesi üzerine kurulmuş. Çocuklar Montessori eğitim araçları ile öğreniyorlar, sınıf içinde ayrı bir düzen var. 8- 10.30 arasında Montessori eğitiminin başarısının önünü açan “serbest çalışma”, her çocuk sınıfa girdiğinde kendi dosyasını alıyor ve çalışmasına başlıyor, öğretmen her gün ayrı ayrı çocuğa neler çalışması gerektiğini yazıyor veya bildiriyor, çocuklar verilen işin doğru olup olmadığını genelde materyalin geri bildiriminden anlıyorlar. Her eğitim aracından sınıfta bir adet var. Çocuk verilen ödevi hangi sırayla yapacağını kendisi belirliyor, her materyalden sınıfta bir adet olduğu için diğer arkadaşları materyali kullanıyorsa onu beklemek gerekiyor, sınıfta arkadaşlarından yardım isteyebiliyor, yerinden kalkıp dolaşabiliyor. Öğretmen toplu halde hemen hemen hiç ders anlatmıyor. Serbest çalışma zamanı içinde verilen işi erken bitiren çocuklar boş zamanlarını kitap okuyarak, resim yaparak, puzzlelar çözerek değerlendiriyorlar, çocuk aynı zamanda boş zaman için çalışıyor. Okulda zil çalmıyor. Ne zaman teneffüs olacağı saate bakılarak anlaşılıyor, zaten sınıfın kapısı da genelde açık tutuluyor. Montessori metodunda çocuklar tüm duyu organlarını yoğun olarak kullanıyorlar. Tahtanın üzerindeki zımpara kağıdından harflerle önce büyük daha sonra küçük harflerin yazılımı öğreniliyor. Dr. Maria Montessori zihinsel engelli çocuklarla çalışmasının sonucu geliştirdiği sistemin başka çocuklarla da uygulamaya başlamış. Soyutu çok zor kavrayan otistikler de var kızımın sınıfında. Bir kelimenin yazılışı okunuşu öğrenilirken, o kelime ile ilgili birçok kavramı da öğreniyor çocuklar . Örneğin “Rose (gül )” kelimesini veya onla ilgili harfleri çocuklar öğrenirken, eğitim materyali kutusundan bir kuru gül çıkıyor, çocuklar kokluyor rengini, dokusunu inceleyebiliyorlar, resimlerle değil, duyarak, yaşayarak öğreniyorlar. Sınıfta ders kitabı yok. Olan kitaplar hikaye kitapları, ansiklopediler gibi yardımcı kitaplar. Bu kitaplarla çocuk verilen ödevi araştırıyor. “Hayat bilgisi” dersinde çocuklarla “arkadaşlık” kavramı, dünya insanları gibi konular işleniyor, çocuklar kartlarla, konuşarak, tartışarak öğreniyorlar. İkinci sınıfta, hatta temposu yüksekse birinci sınıfta çocuklar “bisiklet” i öğreniyorlar, her parçasını detayları ile. Birçok çocuk okula bisikletiyle geliyor Halle’de, onun için bisikletlerini tanımak zorundalar. Maria Montessori “ bir şeyin detayı ile çocuğun ilgisini çekeceksiniz ki, tümü daha iyi kavrasın, tüme ulaşmak için çaba sarf etsin” diyor. Velilerin, öğretmenlerin katılımıyla, çocuklara farklı bir yöntemle yaklaşım ihtiyacını gidermek üzere kurulan bu okula farklı sosyo-ekonomik çevrelerden ailelerin çocukları devam ediyor. Çocuğu için kimi aile 30,- kimi aile 200,- Euro ödüyor gelir durumuna göre.

Yıl 1998. Türkiye’ye dönüyoruz. İstanbul’da küçük öğrencilerin büyük öğrencilerden, büyük öğrencilerin küçüklerden öğrendikleri okullar yok. Küçük yaşlarda bisiklete binmeye başlamış olan kızımın bisiklet kullanması için ise kilometrelerce yol gitmemiz lazım, bisikletin ulaşım aracı olrak kullanılması ise neredeyse mümkün değil. Yıl 2000. Küçük kızımız Selin dünyaya geliyor. Yıl 2003. Kaldığımız sitedeki çocuklar ve Selin için oyun grubu oluşturuyoruz. Bize 200 m. Mesafede bir yer kiralıyorum, ahşap oyun araçları ile oynuyorlar burada Selin ve arkadaşları. Mahalledeki çocuklar da yararlansınlar diyoruz ve onlar da oyun evimize geliyorlar yürüyerek. Yıl 2005. Yaz okulunda aynı sokaktaki Toplum Gönüllüleri Vakfı Pembe Ev’in çocukları da faydalanmaya başlıyor oyun evinden. Farklı yaş gruplarını, farklı sosyo- ekonomik çevreden, hatta engelli çocukları da bir araya getirmeyi amaçlıyoruz. “Oyun, Sanat ve Zanaat Derneği”ni kuruyoruz. Bisiklete bile gerek kalmadan mahalledekilerin oyun çerçevesinde bir araya geleceği buluşma mekanları oluşturmayı hedefliyoruz. Aralık 2005. “Bisikletin Değil İnancın Öyküsü- Yaşama Çevrilen Pedal” kitabını hasta yatağında okuyan eşim, hayat arkadaşım kitabın yazarı bisikletçi Lance Armstrong kadar kanserin üstüne yürüyemiyor, ileriye doğru pedal çeviremiyor, yaşamına veda ediyor. Geride kalan iki kızı yaşayarak çok şey öğreniyorlar. Güzel bir geleceğe sahip olmak için öğrenmek ve öğrenilmesine yardımcı olmak... Yaz tatili boyunca yaşamınızdaki o çok değerli “serbest zaman”ınızı iyi ve keyifli değerlendirmeniz dileğiyle..

Haziran 2006

2006 yılında kurulan başka bir dernek daha vardı. Alternatif Eğitim Derneği.

Waldorf’u tanımıştım 2003’te küçük kızım Selin ile Dortmund’a

bir aylığına gittiğimizde. Orada bir Waldorf anaokuluna gitti. Daha

sonra bu derin felsefe ile ilgilendim. Öğrendiklerim, bildiklerim ve

çeşitli çalışmalarım bugün T-istasyonuna taşındı.


91 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Kommentare


bottom of page