Şule Şenol tarafından 2010 de yazılmış Oyun ve Alternatif
eğitime dair İnteraktif Gezi niteliğinde sesli kitap metni:
Oynayanlar:
Lara: 10 yaşında, ders yapmak zorunda, ödevi geleneksel oyunlar
Oyun perisi: İki gözlü masanın çekmecesinden çıkar, erkektir, Lara’yı zaman yolculuğuna çıikarırken, görünmemesi için küçültür, hareketsiz hale getirir, bir obje iki gözlü bir masa olur Lara.
İnteraktif oyunda Lara sürekli olarak hareket edememenin, dokunamamanın, oyun oynayamamanın, sesini duyuramamanın, sadece seyirci kalmanın rahatsızlığını hisseder ve sonunda oyun aleminden çıkmak ister.
Kulaklıkla Oyun perisi ve Lara’nın diyaloğunu dinleyen kişi Lara adına dokunur, hareket eder, koklar, ses çıkarma isteği duyar ve bunu yapar. Lara’nın oyun aleminden çıkıp gerçek aktivite, oyun dünyasına katılması dinleyen kişi ile birlikte gerçekleşir,
Lara gerçek hayata tekrar geri döndüğünde farklı dillerden konuşan kişilerin oyunlarına katılmaktan çekinir, fakat oynamak farklı kültürleri, çeşitli yaş gruplarından engelli-engelsiz insanlar kaynaştıran insanın, çocuğun doğasında olan en önemli özelliktir.
Oyun:
Lara masasının başında oturup internette gezinip ödevlerini yapmaya çalışmaktadır. Ödevi geleneksel oyunların araştırmasıdır. Araştırdıkça daha çok oyun oynama isteğini duyar,ahlar, oflar, sıkılır…
Lara: Uff. Yine ödev. Yine araştıracakmışız. Bu sefer de geleneksel oyunları araştıracakmışız. Gel- Oyna demiyorlar, gel öğren de oynama diyorlar, oyunu öğreneceğiz de oynamayacağız öyle mi..
Bu da ne…Oyun deyince karşıma hep şu K aragözle Hacivat çıkıyor şu internette,
Karagöz – Hacivat diyaloğu araya girer…
Lara ödevini hazırlarken, aklı fikri oyundadır, ders calışmak istememektedir, bir türlü konsantre olamıyordur,
“uff, şu okul bir bitse, bıktım şu ödevlerden. Bir de şu sınavlardan iyi not alsam…
Lara her zamanki gibi koruyucu meleğinden yardım isteme gereğini duyar, ona gore 2 yıl önce kaybettiği babası onun koruyucu meleğidir, onun fotoğrafına ve kendisine yazdığı bir yazıya bakmak üzere masasının çekmecesini “gözünü” açar…
Tahta bir masanın çekmecesinin açılması sesi<:
Oyun Perisi. Lara, lara…
Lara; Sen kimsin?
Oyun Perisi: Ben periyim, görmüyor musun?
Lara: Hayır, periler erkek olmaz. Hem sen çok küçüksün.
Oyun perisi: Ben oyun perisiyim. Evrende erkek olan tek periyim. Çocukların bana ihtiyacı oldukları zaman ortaya çıkarım.
Esin perisi, ilham perisi ile birlikteyimdir genelde. Birlikte hareket ederiz onlarla. Ama bugün bir tek ben buradayım.
Lara. Pekiyi sen niye geldin?
Oyun perisi: Seni oyun alemine götürmek için, zamanda yolculuğa çıkarmak için
Lara. Yapamazsın ki. Minicik boyunla…
Oyun perisi. Esasında sen zaman yolculuğuna çıkamazsın bu kocaman boyunla, herkes seni görür. Ben zaten görünmezim zaman aleminde, ama seni görmemeleri seni küçültmem lazım.
Lara: Bunu yapabilir misin?
Oyun perisi: Tabii, işte sihirli değneğim. Ama bir de seni hareketsiz hale getirmem gerekiyor, çünkü kıpır kıpırsın, ne kadar küçültsem yine fark edilirsin., senin insan olduğunun da anlaşılmaması lazım, bu yüzden seni bir minyatür masa haline getireceğim. Hani şu halen gözünde yani çekmecesinde oturduğum masanın minyatürü olacaksın, çekmeceler de gözlerin.
Lara: Ben bir iki gözlü masa mı olacağım şimdi? Adım da mesela Lara değil de Masagöz olsun … haha, Tamam, bana uyar..
Oyun perisi: Seni zaman alemine götürüp tekrar getireceğim, daha doğrusu bizim ikimizi şu anda zaman alemine çıkarmış birileri var, bizler onlara eşlik ediyoruz , şu anda konuşmalarımızı dinliyorlar, kulaklarında kulaklık.
Lara: Şu anda mı? Ne? Bizi mi dinliyorlar? Her isteyen bizi dinleyebilir mi?
O: Öyle sayılır.
L: Mesela öğretmenim? (korkarak, çekinerek söyler)
O. Olabilir. Neyse vakit kaybetmeyelim, sana oyunları oyuncakları göstermem gerek, ki şu “geleneksel oyunlar ödevini de kolaylıkla
yapabilesin. Hem ben bir oyun perisiyim, oyunları, oyuncakları çok iyi bilirim, yani boyle bir fırsat daha hiçbir zaman eline geçmez.
L. Tamam tamam. İş işten geçti zaten.
O: Bak Lara…Affedersin Masagöz, Karagöz gibi… Yok yok. Ben senin bu Lara ismini çok sevdim. Sevgili Lara, şimdi seninle çok eski devirlere gidiyoruz, o zaman da tabii çocuklar oyun oynarlarmış, ama neredeyse hiç oyuncakları yokmuş.
senin en sevdiğin oyuncağın neydi?
L: Benim hala en sevdiğim oyuncağım bebeğim, ablamındı eskiden bak bu bebek, bana verdi.
O. Biliyor musun. Tarihte de ilk oyuncak bebek olarak biliniyor. Topraktan yapılmış ilk bebekler. Burada da görüyorsun. Bir de başka topraktan yapılmış oyuncaklar var, çeşitli çıngıraklar veya misketler.
Misketle, topla çok oynuyorlarmış çocuklar. Kimisine göre de ilk oyuncak top olarak biliniyor. Ama top oyun amaçlı mı yoksa farklı bir amaçla mı kullanılmaya başlandı bilinmez.
Senin topun var mı?
L:Tabii var ama oynayamıyorum ki, annem sokakta oynamama izin vermiyor, bizim evin orada da park yok, işte bazen okulda basketbol, voleybol oynuyorum.
O.Top dedik de de, öyle onun gibi dönen, fırlatılan başka bir oyuncak daha var. Topaç. Topacın var mı senin?
L:Hayır yok, ama arkadaşımın var, fakat çevirmesi çok zor.
Topaç da neredeyse bebek, top kadar eski bir oyuncak. Bizim ülkemizde de farklı adları var. Ayı, mayı, ayu, maymun, şebek, katır, devme, fırfır, deleme, tırıldak, pırlak, fıçı, kirman, küsse (Beyşehir),totik gibi. Fransızcası toupie, İtalyancası tratttola, İspanyolca trompo.
Herhalde sen arkadaşının topacını çeviremezsin. Onu çevirmen için epeyce maharet ve tecrübe gerekli. Fakat eskiden senin yaşındaki hemen hemen her çocuk topaç çeviriyor, hatta dönen topacı yerde dönerken eline alıp elinde döndürmeye devam ediyormuş. Başkalarının tahtadan yapılmış topaçlarını kırmasına oynuyorlarmış çocuklar, bir de kamçıyla vurarak hız kazandırıyolarmış topaçlara. Torna denilen bir alet ile yapılıyor topaçlar artık bu devirde, ama bir dal parçasını yontup topaç yapanlar da çoktu eskiden.
L.: Aa. Burada da var deneyim mi. Şu saplı olanı kolay çevrilir gibi gözüküyor.
O: Unuttun sen masagöz olduğunu, sen hareket edemezsin ki. Nasıl kolunu hareket ettireceksin. O senin kolay çevrilen dediklerin yaklaşık 400 yıllık.
Çocuk dokun, hisset, oyna bölümunde topaçları çevirebilir.
L: Bir resim görüyorum burada. Bu nedir?
O: Onu Brüggel adında bir Belçikalı bir ressam yapmış taa 16. YY da
70 çocuk oyunu var resimde, bak mesela çember çeviren bir çocuk. Bu oyunların hepsi sokakta oynanıyor. Bak bakalım hangisini tanıyorsun?
L: Ahh bildim. Aç kapıyı bezirganbaşı…
O: Altın beşiğe kim biner, alacalı kız biner..Böyle birçok sokak oyunu var. Bu da değnek at, biliyor musun değnek atı?
L: Hayır küçükken sallanan atım vardı ama değnek at?
O: O dönemde ozellikle Almanya’da birçok evde yapılıyor değnek at, tahtadan bir at kafası ve bir sopa.
Çocuklar gerçek ata biniyormuş gibi oynuyor onları yarıştırıyorlar, at sesi çıkarıyorlar, atların üstündeki savaşanları taklit ediyorlar.
Atlar, savaşcılar dedik de, şövalyeler, kaleler var biliyorsun Ortaçağ’da. O dönemde oyuncak yapımı gelişmemiş.
17. YY. dan başlayarak da ilk oyuncak evleri, mobilyalar, aksesuarlar var.
L: AA bu minyaturler mi. Masalar da var burada , benim gibi.. ((güler)
Vayy. O ne yemek takımları öyle, altın yaldızlı ince ince boyanmış. Bir de şamdanlar var.
O: Dollhouse oyunevleri diyoruz bu oyuncaklara. Bir yerde kız çocuklarına ileride alacakları görevleri öğreten eğitim araçları da diyebiliriz, bu dollhouselardaki eşyalara ya da üretilen çeşitli oyuncak kap kacağa.
Biliyor musun bir oyuncak müzesi var Almanya’nin Nürnberg şehrinde. Orada bu evlerin onlarca çeşidi bulunuyor. Ve bu oyuncaklara değer bilçilemiyor. Türkiye’de de oyuncak müzelerinde oyuncaklar sergileniyor. (Oyuncak müzesinden bahsedilebilir)
Halen günümüzde tahta oyuncaklar el yapımı, tabii bazı makineler, aletler hatta bilgisayar da kullanılıyor ama, tahtadan bir tane bile oyuncak yapılabilir, eline testereni zımparanı, çekicini alırsan, tabii biraz da maharetin varsa.
Bunun gibi örgü, bez, keçeden oyuncaklar da yapılması mümkün fazla alet kullanmadan, iğne iplik,ya da tenekeden, telden, topraktan..
L: Ben de kendi oyuncağımı yapmak isterdim. Çocuklar da yapıyorlar mıydı pekiyi oyuncak?
O: tabii satmak amacıyla değil belki. Ama kendi oyuncaklarını yapıyorlardı. Bir de kurşun askerler var, bunların yapılmasında, boyanmasında çocuklar çalışıyormuş.
L: Plastik oyuncaklar ne zaman üretilmeye başlanmış?
O: Önce teneke oyuncaklar var, sanayileşme ile gelişiyor bunlar. Genelde kuruldugunda hareket edebilen türden. Trenler bile öyle. Yine sanayileşme ile “mekano” adı verilen söküp çıkarılan demir parçaları ile arabalar, gemiler yapılmış, bir tür ilim oyuncağı.
L. Bizde neler üretilmiş?
O: Eyüp oyuncakları varmış. Eyüp Sultan’ın bulunduğu Eyüp’ten sünnet olan çocuklara hediye alınırmış. Fırıldak, zilli ve zilsiz tefler, dümbelek, davul, kemençe, kaynana zırıltısı, fare, kuş, düdük, bülbül testi, şeytan minaresi, içine su konularak çalınan kursaklı düdük, dönme dolap, salıncak, sandalye, tel dolap, beşik, mangal, minyatür bardak ve sürahi, aynalı testi, cambaz, hacıyatmaz, sipsi düdük, kamış zurna, mizmar , kamış düdük, minare, tahta kılıç, hareketli leylek, kayıklar, tüylü koyun ve kuyu, bir devenin, ördeğin ya da atın çektiği arabalar..
Eyüp oyuncakları; çoğu da tahtadan yapılırmış.. Zaman içerisinde listeye kamyon, otobüs ve arabalı vapur da eklenmiş.
L: Şimdi neredeki bu oyuncaklar. Kaynana zırıltısı, bülbül testi..Hicbirini tanımıyoruz biz çocuklar…
O. Şimdiki çocuklar maalesef bunlarla oynamıyorlar da ondan. Oysa Oyuncak hayat bilgisi demektir.
Oyun, çocuk kültürünün en önemli alanı, oyuncak ise bu kültürün en önemli aracıdır, hele hele şu nostaljik oyuncaklar.
L: OOO, ne güzel anlatıyorsun şu oyun ve oyuncakları, gel de benim anneme anlat. Halbuki bana söylenen, oynama, dersini çalış, öğren, adam ol..
O. Bunları ben soylemiyorum ki. Yüzyıllar önce çeşitli filozoflar, pedagoglar, bilim insanları oyunun çocuğun önemini anlatmaya calışmışlar.
Oyun çocuğu özgürleştirir, yaratıcılığını ortaya çıkarır, kaynaşmasını, sosyalleşmesini sağlar, oyunla çocuk öğrenir. Çocuk oyunla kendini ifade imkanı bulur demişler. Roussou, Piaget, Dewey, Fröbel; Pestalozzi,.
Friedrich Fröbel ilk anaokulunu (Kindergarten= çocukların bahçesini kurmuş Bak bu anaokulunda çocuklar neyle oynuyorlar?
L: Aaa bunlardan bende de var, ahşap bloklar, ablamın oyuncaklarıydı bana verdi ama 17 yaşına gelmesine rağmen hala benimle bu bloklarla oynuyor.
O: Oyunun yaşı yoktur. Hele hele bu tür oyuncakların ve eğitim araçlarının.
Fröbel başka çeşitli ahşap geometrik şekillerle geliştirmiş. Hatta legoyu bilirsin, legonun üreticisinin de eskiden bir ahşap blok fabrikası varmış, fabrika yanınca şimdi ürettiği plastik materyali bulmuş.
20. yüzyılın başında iki önemli kişi eğitime tamamen farklı bir yön verirken, çocuklar için oyunu da çok daha farklı bir şekilde açıklamışlar. Onların öğretilerine uygun okullar akılmış hatta zamanla düm dünyada.
Biri Maria Montessori diğeri Rudolf Steiner bu kişilerin isimleri. Her ikisi de engellilerin, hatta zihinsel engellilerin eğitimine de uygun şekilde geliştirmişler teorilerini. Engelli kelimesini ben sevmiyorum. Zaten Waldorf pedagojisinin kurucusu Rudolf Steiner de “ruhen bakıma muhtaç” insanlar demiş, bizim zihinsel engelli dediklerimize.
Bak: burada “tek başıma yapmama yardım et- Maria Montessori” yazıyor.
L: Okuma biliyoruz herhalde…
O: Okuma dedin de. Maria Montessori okumadan once yazmanın ogrenildiğini savunmuş, geliştirdiği metodla çocuklar çok erken yaşta okuma yazma öğrenip, matematik işlemlerini öğreniyorlarmış. O İtalya’nin ilk kadın doktoruymuş. Psikiyatri bölümünde çalışırken zihinsel engellilerin ellerine verilen ekmek parçaları ile oynadıklarını, oyalandıklarını görmüş. Onların beslenmelerine dikkat ediliyormuş, hastanede onlara yeteri kadar ilgi de gösteriyorlarmış, fakat zihinsel gelişimlerinde hiçbir gelişme olmuyormuş. Maria Montessori çocukların meşgaleye, işe ihtiyaçları olduğunu düşünerek bazı teoriler geliştirmiş , her çocuğun farklı özelliklerinin, farklı bir öğrenme temposunun olduğunu söylemiş. Sonra bu çocuklara eğitim vermiş, eğitimin sonucunda bu çocukların girdikleri sınavlarda diğer çocuklardan daha başarılı olduğu görülmüş. Bu geliştirdiği yöntemi normal çocuklarla da uygulamaya başlayıp. Roma’da Casa de Bambini çocuk evini kurmuş. 60 kişilik bir sınıfta çocuklar bireysel olarak çalışıyorlar, farklı yaşlardaki çocuklar birlikte eğitim görüyorlar. Yani 1., 2.,-., 4., sınıf bir arada. Küçük büyükten öğrendiği gibi, büyük de küçüğe örnek olmaya çalışıyor, daha hoşgörülü oluyor. Çocuğun odaklanması, konsantre olması için bazı materyaller geliştirmiş Maria Montessori Çeşitli oyuncaklar, o dönem zengin evlerinde olan hani şu minyatür mobilyalar yer almıyormuş anaokullarında.
L: Oyuncaksız bir anaokulu düşünemiyorum.
O: Biliyor musun, esasında çocuğun fazla oyuncağa ihtiyacı yok. Hem de bunlar da oyuncak gibi kullanacağın eğitim araçları. Mesela bak şurada bir eşleştirme oyunu var. hani ,
Hani iki ayrı şekli kapalı kartları açarak bulduğun oyun. “memory” yani hatırlama oyunu deniyor. Ama bu daha değişik şekilde kutuların içindeki sesleri, kokuları hatırlıyorsun, onları eşleştirebiliyorsun.
L. Tamam ben de bir deneyeyim o zaman:
O: Tabii tabii. (dalga geçerek)Becerebilecek misin pekiyi buradaki kutuları koklamayı, dinlemeyi… Sadece gözlerinin olduğunu, sesini de sadece benim duyduğumu unuttun yine galiba. Sinyorita Montessori, pedagojinde beş duyunun eğitimine önem verilmiş, özellikle dokunma, tutma, ve her çocuğun harekete ihtiyacı var demiş.
L. Buradaki resimde ben çocuklar görüyorum yerde çalışıyorlar, nasıl olur ki bu?
O. Evet, çocuklar yerde çalışabiliyorlar, bir küçük kilim alarak kendilerine . Bir de Montessori okullarında sınav yok, not almak yok,hatta ders kitabı yok., ödül ve ceza yok. Montessori ile anlatacak çok şey var ama konumuz oyun biliyorsun.
L: Sanki ben anlat dedim sana da Montessori’yi, nerede sınav sınav bıktım diyorum da kimse beni anlamıyor.
O: Evet, ben de biraz fazla detaylandırdım galiba. Senin çocuk olduğunu unutuyorum bazen. Sen mutlaka oyunları, oyuncakları bilmek, görmek, oynamak istiyorsun.
Oyunun çocugun hayatında bir de Waldorf okullarının kurucusu Avusturyalı filozof, matematikçi Rudolf Steiner vurgulamış. Eğitim sanatı demiş Waldorf pedagojisine. Bak oradaki oyuncaklar. Şu görduğün tahtaları zihinsel engelliler böyle güzel işlemişler. Çocuklara örtülerle, yünlerle, tahta parçaları ile oynuyorlar, görüyorsun pek oyuncak yok ve hepsi tahtadan, yünden, keçeden..
Hele şu gördüğün bebekler var ya, onlar Waldorf bebeği olarak biliniyor.
Waldorf okullarında da not almak yok, çocuklar kendi ders kitaplarını kendileri hazırlıyorlar, hem de kitaplardaki resimleri de kendileri çiziyorlar. Bir de tahtayla çalışmak, kille çalışmak,tarımda çalışmak var.
Çevre dostu materyaller kullanıldığı gibi okullarda Rudolf Steiner’in ekolojik tarımın öncülerinden olduğu soylenir, zaten okullarda da biyodinamik tarım yapılır ve ona göre yiyecekler tüketilir. Bir de benim bildiğim Celestin Freinet, Peter Petersen gibi öğretmenler o dönemler reform niteliğinde birçok değişiklikler yapmışlar okullarında. Bütün bunlara reform pedagojisi deniyor.
Bir de çevre dostu başka bir okul var, daha doğrusu anaokulu. O da İtalya’nın Reggio Emilia kasabasında kurulmuş. Çocukların okulda sanatsal etkinliklerde kullandıkları artık materyalleri bir merkezde biriktiriyorlarmış.
Gölge oyunları oynatılıyormuş , hatta çocuklar kendi kuklalarını yapıyorlarmış.
L: Oyunu sadece çocuklar oynamıyorlar ki, yetişkinler de oynuyorlar.
O: Çok doğru. Yetişkinler için de bir ihtiyac. Bak mesela Cinlilerin 2000 yıl önce icat ettikleri Tangrami hem yetişkin hem çocuk herkes oynuyor. Satranc, dama, tavla da birer oyun. Hatta İngilizce televizyonun, müzikçaların dugmesine “play=oyna” tuşuna basarsın, ya da “to play piano” denir, yani piyano oynamak= piyano çalmak anlamında. Halk oyunlarımız vardır mesela. Montessori oyunla işin iç içe olduçunu soylemiş, Alman eğitimci Pestalozzi yaparak, yaşayarak öğrenmenin önemini anlatmış, eğitim kalbin, bedenin ve zihnin kuvvetiyle, birlikteliği ile gerçekleşir demiş.
Eskiden öğretmen yetiştiren Köy Ensitütülerinde de Sabahın erken saatlerinde uyanan öğrenciler kızlı ve erkekli zeybek ve halk oyunları oynayarak sabah sporlarını yaparlarmış. Köy enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece bir ilkokul öğretmeni olmuyor aynı zamanda ziraat, sağlıkçılık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk konularını da uygulamalı olarak öğreniyormuş.
L: Biliyor musun peri, sen de diğer yetişkinler gibi oldun. İşten oyundan bahsediyorsun, ama benim ne oynamama ne ide iş yapmama olanak veriyorsun. Ben sıkıldım bu zaman yolculuğundan, ödevimi yapayım da oyun oynayayım, ya da oyun oynayayım ödevimi yapayım.
O. Sen nasıl istersen. Zamanı kendin ayarlayacaksın.
Pekiyi o zaman çık bakalım oyun ve iş meydanına. Seni zaman yolculuğundan çıkaracağım. Ama doğrudan oyun meydanına indiriyorum.
Efektler:
L: Ama orada başka çocuklar var, ve ben onların konuştuklarını anlamıyorum. Nasıl oynayayım ki onlarla?
O: fark etmez oyunun farklı dili, yaşı yok esasında..
Haydi çıkalım meydana…
(Loris Malaguzzi adında bir öğretmen kadınlarla birlikte İtalya’da Reggio Emilia okullarını kurarken çocuğun 100 dilini şöyle anlatmış.
İmkânsız. 100 İşte Orada! Bir çocuk 100den ibarettir Bir çocuğun 100 lisanı 100 eli 100 fikri 100 düşünme şekli oynama şekli ve konuşma şekli vardır 100 her zaman 100 dinleme şekli sevme şekli
şarki söylemek ve anlamak için keşfetmek için 100 zevk 100 dünya icat etmek için hayali kurulacak 100 dünya. Bir çocuğun 100 lisanı vardır ( ve yüzlerce yüzlerce dahası ) ama 99unu çalıyorlar. Okul ve bu kültür, kafayla vücudu ayırıyor. Onlar çocuğa: elleri olmadan düşünmesini, kafası olmadan yapmasını, dinlemesini ama konuşmamasını zevk almadan anlamasını sadece yılbaşlarında ve bayramlarda sevip şükretmesini söylüyorlar. Onlar çocuğa: zaten orada olan bir dünyayı keşfetmesini söylüyorlar ve geri kalan 99 unu çalıyorlar. Onlar çocuğa: iş ve oyunun gerçek ve fantezinin bilim ve hayal etmenin yerin ve göğün sebep ve rüyanın birbirine ait olmadığını söylüyorlar. Ve onlar çocuğa 100ün orada olmadığını söylüyorlar. Çocuk onlara: İmkânsız. 100 işte orada! diyor. Loris Malaguzzi (Reggio Emila Yaklaşımının Kurucusu )
Comments